Yusuf Bilgisi

Serçeşme Dergisi'nin Mart - Nisan (44.) sayısı
Serçeşme Dergisi'nin Mart - Nisan (44.) sayısı

 

Suyu bol, kuraklığın hiç mi hiç uğramadığı uçsuz bucaksız tarlaları, meyve bahçeleri ile sanki cennetten bir parça olan Sarı isimli köyün en zengin ailesinin 4. çocuğuydu Yusuf. Fakirlik görmemiş her şeyi olmasına rağmen Adı gibiydi kimseye kötü bir söz demez, yalanı sevmezdi. Kara kaşlı, kara gözlü, ayın ondördü gibi parlayan bir cemali olan Yusuf Bilgisi ve ahlakı ile köyde sevilen bir gençti, babasından sonra kendisinin ağa olacağını düşünüyordu bütün köylüler. Ama Yusuf için inanç gereksizdi inanmazdı yola, Sarı köy bir alevi köyü idi her sene mutlak dedeler gelir, muhabbet sofraları kurulur, cemler bağlanırdı, Yusuf bunlara eskiden hiç değer vermezdi, bu tip şeyleri boş sayar, gericilik olarak görürdü. Birgün evde okuduğu Hacı Bektaş Veli'nin Velayetname’sinden etkilenmiş ve uzun süredir farklı bir dünyada, tanımlayamadığı bir aşkın bütün vücudunu sarmış bir halde düşüncelerinde gezmekte idi. Aklından Hacı Bektaş'ın kendi cenazesini götürürken Sarı İsmail'e söylediği "Kâmil olanlar, bu dünya ile alâkasını keser, halkı terk edip Hakk’ı ister. Ben ve bizden vazgeç ki Hakk’a yakınlaşasın. Yoksa ben ve biz dersen halk içinde kalırsın." Sözü çıkmıyordu. Ne yapmalıydı? 

 

Aylar ayları kovalamış kış yeni bitmişti. Bağ bahçe tomurcuk açmış, Sarı köyünün karşısında bulunan Murat Dağı’nın karları eriyip suya dönmüş pınarları gürül gürül çağlatıyor ama Yusuf'un gözünde her yer ona çöl gibi geliyordu. Yine düşüncelere düştüğü bir vakit uykuya daldı kendini bir dergah avlusunda buldu kapıda dervişler Yusuf'a  " Hey biçare gel, aradığın derde derman buradadır." diye seslendi, Yusuf ağır adımlar ile bir kapıdan içeri girdi. İçeride Elif Taç başında ak sakallı bir pir oturmakta ve gözleri ile Yusuf'a bakmaktaydı, Yusuf'un aklı başından gitmişti, birden uyandı sırılsıklam olmuştu vücudu terden, yerinden kalktı ve yanına hiç bir şey almadan yola koyuldu. Kaç gün, kaç hafta yürüdü kim bilir. Acaba Yusuf farkında mıydı? Kaç gündür aç susuz divane bir şekilde yürüdüğünün? halbuki ne acıkmış, ne de susamıştı. Bize uzun ona kısa gelen bu yolculukta Hacı Bektaş Dergâhı’na vardı. İçeri girdi. Pir’in huzuruna çıktı Pir Hakk'a yürüyeli çok olmuştu. Yusuf, Pir’in türbesine niyaz ederken yığıldı kaldı. Gözlerini açtığında evinde olduğunu gördü, bu nasıl işti rüya içinde rüya mı görmüştü, halbuki gördüğü rüya olamazdı gerçeklerin göründüğü dem hakikatin kendisi değil miydi?

 

Artık farklıydı Yusuf dünya malına önem vermiyor bu şaşalı dünya yaşamını arzu etmiyordu, üryanlığı seçmişti, ancak dünyadan soyunursa huzura ereceğini anlamıştı, gördüğü hakikat onun dudaklarından dökülen inci olmuştu artık,

 

"Melamet kapısı Hakk'ın yoludur,

 Bizi var eyleyen Pir'in elidir,

 Hacı Bektaş Veli mutlak Ali'dir,

 Soyunan dünyadan, bulur dediler" Fukara

 

O yola inanmayan dedelerden uzak duran Yusuf gitmiş, yerine gözleri yollarda dedelerin gelmesini bekleyen içindekileri anlatmak için can atan bir genç olmuştu Yusuf. Artık ailesinin zenginliği, ağalık umurunda değildi.

 

Derdi sadece Yol’du, Hakk Muhammed Ali aşkıydı, kendisini Kaygusuz Abdal misali kurban vermişti. 

 

"Kurdun işi namert lokmasın yemek,

Hakk için adanan kurbana neyler" Pir Sultan Abdal

 

Neden Alevi toplumunun kınandığını, zulme uğradığını çözmüştü artık. Bu yol ateşten gömlekti ve kınanmak ve Halk tarafından dışlanmak bu yolun en büyük sebebi idi, Hacı Bektaş Veli de öyle dememiş miydi? Bu güruh; halkı terk edip Hakk'ı seçtiği için melâmet ehli olmamışların baskısına uğruyordu ama bu yolun yolcuları buna hiç şikayet etmiyordu, demek ki üryanlık buydu ve üryan olmak gerekiyordu.Teslim olmak ve Hakk'ı candan öte istemek gerekiyordu. Mânâ aleminde gördüklerini görmeyene nasıl anlatabilirdi ki? Ancak ve Yusuf'u kendinden olan bilebilirdi.

 

"Aşık olan bilir aşık halinden,

  Aşık olan tadar Hakk'ın balından,

  Balık vazgeçer mi kendi gölünden,

  Karaya vurunca çırpınıp durur" Fukara

 

Hepimiz birer Yusuf değil miyiz, Küfr’ün içinde imanı arayan, ancak gerçekleri melâmet denilen curadan içmedikçe; yani gurur ve kibirden arınmadıkça bu denize varılmayacağını söylemiş o zaman son sözü Yusuflar’dan bir Yusuf’a bırakalım:

 

Hemen abone olmak için www.sercesmedergisi.com
Hemen abone olmak için www.sercesmedergisi.com

 

“Göster cemâlin Şem'ini yansun oda pervâneler 

Devlet değil mi âşıka Şem'ine karşu yâneler 

 

Ol hâli çok a'lâ güzel yağmaladı gönlüm evin 

Pek bağla aşkın zencîrin boşanmasun dîvâneler

 

Mescid ile medreseyi ısmarladık zâhidlere 

Hakk'a ibâdet etmeğe yeter bize vîrâneler 

 

Ben meye tevbe etmezem ağyâr elinden içmezem 

Kudret eliyle sun bana dolu dolu peymâneler 

 

Cevr ü cefâ etmek ile ŞEMSÎ seni terk eylemez 

Sen sanma kim seni seven senden hâşâ usâneler” 

 

 

Umut Gürses


Paylaş

Kommentar schreiben

Kommentare: 0

Paylaş

@seyhahmeddedeocagi
@seyhahmeddedeocagi