Cem'in anlamı ve Erkanımızdaki yeri
Cem ya da Ayin-i Cem, Alevi toplumunun toplu ibadet erkânını ifade eder. Osmanlı dönemi boyunca yasaklı tutulan Aleviliğe bağlı olarak, Cem ve her türlü ibadet yasaklanmıştır. Bu nedenle toplumumuz ibadet gereksinimlerini son derece gizli bir biçimde yerine getirmeye, onu devlet görevlileri ve güvenlik kuvvetlerinin göremeyeceği koşullar altında gerçekleştirmeye azami özen göstermiştir. Cem’in yapıldığı mekânların önüne, köylere gelen yolların izlenebileceği tepelere gözcüler koymayı ihmal etmemiş, böylece şeriat temelli teokratik Osmanlı zulmünden korunmaya çalışmıştır.
Alevilere ilişkin padişah fermanlarına, Alevi katliamlarını haklı göstermek amacıyla Şeyhü’l-İslâm (şimdinin Diyanet İşleri Başkanı) ve etkili din adamlarından alınan fetvalara bakıldığında işin boyutları, önemi ve korkunçluğu açıkça görülür. Tüm beklentilerimize rağmen ne yazık ki Cumhuriyet döneminde de baskılar sona erdirilip istenen demokratik yapılanma sağlanmadı, ibadet konusundaki yasaklar ortadan kaldırılmadı. Cem yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alınan Alevi Dedeleri’nin sakalları yolundu, çeşitli hakaret ve işkencelere maruz kaldılar. Tüm bu olup bitenler karşısında Aleviler, devletle ve devlet görevlileri ile karşı karşıya gelmemek için oldukça dikkatli davranmaya devam etmek zorunda kaldılar, ta bu son yıllara kadar.
Son on beş-yirmi yılda gerek dünyada, gerek Türkiye’de, gerekse bizzat Alevi toplumunun sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yapısında meydana gelen değişiklikler, siyasal iktidarlarda ve devlette yumuşak ve hoşgörülü bir tutumun oluşmasına yol açtı. Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, yüksek düzeyde devlet görevlileri Aleviliğe ve Alevilere karşı duyarlı olmaya, birlik ve beraberlik öğütleri vermeye, hatta Alevilerin Cumhuriyet’in direği olduklarını söylemeye başladılar…
Hiç kuşkusuz bu gelişmeler, Alevi toplumu bakımından olumlu ve sevindirici olmuş, ancak hukuksal planda ve hukuk devleti kapsamında her hangi bir yeni adımın atılmasına henüz ulaşılamamıştır. Bununla birlikte gelinen noktada, eskiye oranla korku ve endişeler kısmen de olsa azalmış, sorunun çözümüne ilişkin istem ve olanaklar daha bir artmış bulunmaktadır denilebilir.
Besbelli ki içine girilen bu süreç, olumlu olmakla birlikte asla yeterli değil ve laik, sosyal ve demokratik hukuk devleti alanlarında ciddi ve güven verici adımların atılması gerekmektedir. Ya devlet, din ve inançlar karşısında tarafsız ve her birine eşit uzaklıkta duran bir yapıya kavuşturulmalı; ya da -her hangi bir nedenle- kısa vadede bu yapılamıyorsa, Alevilere ve diğer inanç gruplarına da devlet bütçesinden makul miktarda bir ödenek ayrılmalıdır.
Hiç kuşkusuz en büyük güvence; Türkiye’de yaşanmakta olan demokratikleşme sürecinin, tüm toplum kesimlerinin aktif katkılarıyla ve tavsatılmadan yürütülmesi, gerçekten demokratik, gerçekten laik bir hukuk devletinin yapılandırılmasıdır.
Önemli konulardan biri de insanlarımızın, giderek yükselen hoşgörü ve iyimserlik havasına kapılarak gevşemeye başladıkları, olması gereken dikkat ve titizlikten uzaklaştıkları gerçeğidir. Hak-Muhammed-Ali yolunun, başka deyişle Aleviliğin temel dayanaklarının, ilke ve kurallarının bozulmasına, içinin boşaltılmasına, asimile edilmesine, âdeta seyirci kalınmaya başlandığını üzülerek ve endişeyle izlemekteyiz.
Cemler, Muharrem Matemi ve kutsal günlerimiz; dışarıdan kimseler, Sünni kardeşlerimiz, ya da kaymakam, vali, milletvekili, bakan, konsolos ve büyükelçi gibi devlet görevlileri katılıyor diye, sıradan gerekçelerle, şov ve gösteri alanı haline getirilmekten mutlaka kaçınılmalıdır. Aksi takdirde yapılan şey, her hangi bir toplantıdan öteye geçmez.
Alevilikte Cem, “Kırklar Cemi” inancından kaynaklanır. Düzeni ve kuralları, yani erkânı son derece titizlikle yerine getirilir. Cem’in yapıldığı mekânın eşiğinden içeriye adımını atan kimse, artık ne kadın ne erkektir; ne zengin ne fakir, ne amir ne memur, ne egemen ne ezilen, ne bey ne marabadır… Yani cinsiyet, sosyal konum ve sınıf farkı asla gözetilmez. Her kes bir can olup, her bakımdan eşit bir konumda tutulur. Topluma, ailesine ve yakınlarına, kapı-komşusuna çeşitli şekillerde zarar verip “Düşkün” kabul edilen kimseler Ayin-i Cem’e alınmazlar. Cem’i yürütmekle görevli Dede, bu kuralları eksiksiz yerine getirmekle sorumludur.
Söz konusu özen ve duyarlık gösterilmezse; sorgu-sual yapılarak müşküller hal edilmez, bu yapılamadığı içindir ki gönül rızalığı oluşmamış, eşitlik ve barış sağlanmamış, özcesi Hakk’ın rızası gerçekleştirilememiş olur. Bu durumda Cem birlenmez, semahlar gidilmez olur. Ayrıca manevi anlamda, yani itikat planında, beklenen sonuç elde edilmez; canlarda arınma durulma gerçekleşmez; manevi süreçler yaşanmaz ve istenen doyuma ulaşılmaz. İnanç ve geleneğimize göre erenler-evliyalar, Hak-Muhammed-Ali Yolu’nun uluları, müşküllerin hal edilmediği, gönül birliğinin sağlanmadığı böylesi bir ceme uğramazlar.
Açıktır ki cemin böylesi inanca ve amaca uygun değildir.
Son zamanlarda, bazı yerlerde devlet görevlileri âyin-i cemlere katılıp birer konuşma yaptıkları gibi, kimileri gidip Dede’nin hemen yanı başına oturmaktadır. Hatta bazılarının hatırı için aşure bile öne alınarak uygun olmayan bir zamanda kaynatılmakta ve daha birçok hata ve kusur işlenmektedir.
Bundan yabancılar veya Alevi olmayanlar cemlere alınmasın anlamı çıkarılmamalı. Katılmalılar, ancak kurallara uyarak ve cemin erkânını zedelememeye dikkat ederek, yapmalılar bu işi. Cemi yürütmekle görevli Dede’nin yanı başındaki yere, sadece rehber-pir-mürşit gibi Ehl-i Beyt Ocakları’na mensup kimseler oturabilir. Çünkü bunların da cemde görevleri var ve bu nedenle oraya oturtulmuşlar. Orası başkalarının, hele hele mülki amirlerin oturacakları yer değildir.
Bizim anlayışımıza göre, ister biz ister başkaları olsun, her hangi bir cemaatin ibadet yeri veya ibadet âyini ziyaret edildiği taktirde, gidilen yerdeki inanç saliklerinin akide ve kurallarına aynen uyulmalı ve her hangi rahatsızlığa meydan verilmemelidir. Bizim cemlerimize katılan kimseler, tıpkı diğerleri gibi kendilerini sadece bir ‘can’ olarak ve kendimizle eşit düzeyde görmemize rıza göstermeli, yüzleri Dede’ye dönük bir şekilde cemaatin arasına oturmalıdırlar. Diz çökmeye mani herhangi bir rahatsızlıkları varsa, kendilerine sandalye verilerek cemaatin arka tarafında bir yere oturtulmalıdır.
Kısacası, yukarıda özetlendiği biçimde, hangi nedenle olursa olsun cemin içi boşaltılmamalı, erkân ve kurallarından ödün verilmemelidir. Çünkü en küçük bir hata ve eksik, amaca ulaşmayı, manevi hazı ve mavi doyumu kolaylıkla engeller.
Eminim ki aramıza gelen canlar da cemlerden beklenen hayır ve sevabın heba olup gitmesini istemezler. Kendilerine önceden anlatılsa, onlar da azami dikkat ve anlayışı göstermekte kusur etmezler.
Beklentim ve dileğim odur ki, başta Dedeler olmak üzere, yolun her talibi, bu konulara dikkat etmeli, “Gönül kalsın, yol kalmasın!” deyip Hak-Muhammed-Ali Yolu’nu her şeyin üstünde görmeye devam etmelidir.
Cümle canlara aşk-i niyazlarımla!
Mustafa Düzgün Dede
Kommentar schreiben